Şehirler insanı şekillendirir; sokakları, sesleri, denizin ve rüzgârın taşıdığı hatıralarla… İstanbul, benim için sadece doğup büyüdüğüm bir yer değil, kelimelerle kurduğum ilk bağların, hikâyelerle dokuduğum dünyanın başlangıcı oldu. Hayatım boyunca kitaplar hep yanı başımdaydı. Çocukluğumdan beri hikâyelerin izini sürdüm, anlatının ardındaki derin katmanları keşfetmeye çalıştım. Şimdi, iki kıymetli, büyüyen hikâyem, kedim ve kitaplarla örülü bir dünyada yaşıyorum. Kelimeler benim için sadece bir anlatım aracı değil, aynı zamanda yaşadığım hayatın dokusunu oluşturan birer iz. Yıllarca edebiyat kulüplerinin içinde oldum, okudum, tartıştım, dinledim. Ama bir yerden sonra daha derine inmek istedim. Kitapları sadece konusuyla değil, anlatının ardındaki izleri takip ederek, çağrışımlarıyla, edebi ve felsefi derinliğiyle ele almak istiyordum. Bu yüzden üç yıl önce “Anlatının İzinde” adlı kitap kulübünü kurdum ve iz sürmeye başladım. O noktada fark ettim ki, yalnızca bir okur değil, bir iz sürücü olmam gerekiyordu. Çünkü anlatılar sadece yüzeyde değil, katmanlar arasında gizliydi. Bellek, edebiyat ve anlatının birbirine dokunduğu noktaları bulmalı, hikâyelerin derin dokularına ulaşmalıydım. Artık sadece okumuyor, anlatının izini sürüyordum. Yıllar boyunca masa başında projeler çizdim, planlar tasarladım. Sonra kendi işimi kurdum, yönettim, yeni yollar denedim. Şimdi ise bağımsız çalışıyor, farklı alanlarda değerlendiriyor ve yeni fikirlerin peşinden gidiyorum. Ama tüm bunların ötesinde, her zaman yazının içinde, kelimelerin ve düşüncelerin izinde oldum. Edebiyat benim için sadece bir okuma ve yazma pratiği değil, dünyayı anlama ve anlatma biçimi. Toplumsal dönüşümler, bireysel hafıza, felsefi sorgulamalar ve edebiyatın zamansız gücü üzerine yazılar yazıyorum.