
W. B. Bayrıl: Was bringst du, Licht?
Kader, keder ve varoluşun tuhaf döngülerle birbirine bağladığı sanatçılar vardır. Bir şekilde karşılaşırlar. Yolları kesişir. Köksapları birbirine değer.
Bin dokuz yüz yirmi yılında “meleklerle insanlar arasındaki münasebetler üzerine kafa yoran bir şiir topluluğunun” toplantısı bu açıdan hayli ilginçtir. Şiirlerinde süreğen bir biçimde beliren “melek imgesi”ne atıf yapılan Rilke - ki o zamanlar ününün neredeyse doruğundadır- sessiz ve mahcup bir tebessümle topluluğun içinde oturmaktadır. Pek konuşmaz. Nezaketle birkaç soruyu yanıtlar sadece. Aynı toplulukta hevesle şiir yazan, elbette Rilke hayranı çok genç bir ressam da yer almaktadır: Paul Klee.
O yıllarda ardı ardına, kendi geliştirdiği özel bir çizim tekniğiyle (yağ transfer tekniği- monoprint) melek resimleri yapmaktadır. Çocukluğunda çizdiği “Noel Melekleri”nden bu yana tüm ressamlık yaşamı boyunca sık sık ve tutkuyla döner bu temaya. Elliden fazla “melek” temalı resmi bulunmaktadır. Aynı yıl ilk sergisini açar Münih Galeri Hans Goltz’da. Henüz sanat kariyerinin başındaki bu genç ressamın resimlerinden biri, küçük boyutlu (31,8 x 24,2 cm) bir çizim, “Angelus Novus” (Yeni Melek) adını taşımaktadır.
Ertesi yıl galerideki bu resmi gören yine genç bir yazar, denemeci, düşünür adeta çarpılır. Kronik parasızlığına, zar zor geçinebilmesine rağmen, kendisi için epey bir yekün tutan bin markı bularak satın alır onu. Walter Benjamin’dir artık resmin sahibi... Ve böylece izleyen yıllarda dünyanın çeşitli dil ve bölgelerindeki entelektüel camialarda bir “Angelus Novus” efsanesi doğacaktır.
Benjamin o eşsiz üslubuyla şöyle yorumlar sahibi olduğu eseri: “Klee'nin “Angelus Novus” adlı bir tablosu var. Bakışlarını ayıramadığı bir şeyden sanki uzaklaşıp gitmek üzere olan bir meleği tasvir ediyor: Gözleri faltaşı gibi, ağzı açık, kanatları gerilmiş. Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir, yüzü geçmişe çevrilmiş. Bize bir olaylar zinciri gibi görünenleri, o tek bir felaket olarak görür, yıkıntıları durmadan üst üste yığıp ayaklarının önüne fırlatan bir felaket. Biraz daha kalmak isterdi melek, ölüleri hayata döndürmek, kırık parçaları yeniden birleştirmek için... Ama Cennet'ten kopup gelen bir fırtına kanatlarını öyle şiddetle yakalamıştır ki, bir daha kapayamaz onları. Yıkıntılar gözlerinin önünde göğe doğru yükselirken, fırtınayla birlikte çaresiz, sırtını döndüğü geleceğe sürüklenir. İşte ilerleme dediğimiz şey, bu fırtınadır.”
Benjamin’in “tarih meleği” yorumlamasıyla farklı bir anlamsal katman ve zihinsel derinlik kazanan eser, bir şekilde iki genç adamın hayatında paralel bir akış başlatır. Benjamin 1930’ların başlarında, kendi imzasıyla Alman basınında yazı yayınlamasını önleyen Nazi zorbalığı nedeniyle Almanya’yı terk edip Fransa’ya gitmek zorunda kalır. Aynı şey birkaç yıl sonra Klee’nin de başına gelir. Naziler tarafından Düsseldorf Akademisi’ndeki profesörlük görevinden kovulur. Bern’e taşınıp, eserlerini orada vermeye devam eder. Dahası Naziler büyük bir propaganda hamlesine girişip modern sanatı kitlelerin gözünde aşağılamak için “Dejenere Sanat” adını verdikleri geniş bir sergi açarlar. Bu sergide Klee’nin de bir düzineden fazla eseri dejenere sanatın lanetli örnekleri arasındaki yerini alır.
İkinci Dünya Savaşı başlayıp Almanlar Paris’i ele geçirdiklerinde, Benjamin’in evi Gestapo tarafından basılır. Bu sırada Benjamin, İspanya’ya ulaşmış, Adorno’nun sağladığı vize sayesinde Amerika’ya gitmeye uğraşmaktadır. Yetkililer sınırı kapatırlar. Benjamin beraber seyahat ettiği toplulukla liman kasabası Port Bou’da kala kalmıştır. Büyük bir ruhsal çöküş ve umutsuzluk içindedir. Nazilerin eline geçmektense, aldığı ilaçlarla intihar etmeyi seçer. Etrafındakilerin midesinin yıkanması teklifini kesin bir biçimde reddeder. Ertesi gün sınır açılır, topluluk üyeleri geçerek kurtulurlar. Benjamin orada kalır. Aynı yıl geride dokuz binden fazla eserden oluşan bir arşiv bırakan Paul Klee de hayatını kaybeder.
Benjamin ise, Paris’ten çıkarken Angelus Novus’un da içinde bulunduğu arşivini yazar, felsefeci arkadaşı Georges Bataille’a emanet etmiştir. Bataille ironik bir biçimde Nazilerin harıl harıl aradığı Benjamin’in arşivini Milli Kütüphane’nin rafları arasında saklamıştır savaş sonuna değin. Sonrasında arşiv Adorno’ya aktarılır. Adorno arkadaşı ve dostunun eserlerini – ki büyük çoğunluğu dağınık, yarım kalmış yahut sadece kısa yazılar ve notlardan oluşmaktadır- yayınlatır. En sonunda Benjamin’in vasiyeti doğrultusunda. 1920’lerde Filistin’e taşınmış gençlik arkadaşı ve dostu Gerhard Scholem’e devredilir arşiv. O zamandan beri Scholem ailesinin elinde bulunan dokümanlar ve Angelus Novus, Scholem’in ölümünü takiben eşi ve ailesi tarafından 1987 yılında müzeye bağışlanır. (Ne müthiş bir kader, acaba Angelus Novus’un o muazzep ruhu, Gazze yıkıntılarının üzerinde gezmiş midir diye sormaktan kendini alamıyor insan?)
Benjamin’in birçoğu yarım kalmış olsa da kitapları, yazıları 1960’lardan başlayarak dalga dalga dünyanın birçok ülkesi ve dilinde yayınlanır. Bu külliyat hatırı sayılır bir entelektüel çevrede bugün de hayranlık ve takdir uyandırmakta, atıf üzerine atıf almakta.
Klee’nin eserleri ise Londra’dan Paris’e dünyanın birçok başkentinde kapsamlı sergilere vesile olur. Elbette Almanya’nın çeşitli şehirleri de bunlar arasındadır. 2013 yılında Essen’deki Museum Folkwang’ta, daha dar kapsamlı Klee’nin Melekleri (Die Engel von Paul Klee) başlığıyla bir sergi açılır. Angelus Novus yer almaz bu sergide. İsrail, eserin yıpranmışlığını öne sürer. Ama başka Angeluslar vardır: “Angelus Militans” (Savaşçı Melek) ve “Angelus Dubiosus”(Kuşkulu Melek). Bunlardan birinin altında, zar zor görülebilen şöyle bir notu yer alır Klee’nin: “Was bringst du, Licht?” (Ne getiriyorsun, ışık mı?)
Rilke o anıtsal Duino Ağıtları’nı şu dizelerle açar: “Kim duyardı haykırsaydım beni melekler makamından?” ve ikinci ağıtta yine seslenir onlara: “Her melek ürkünçtür. Gene de ben, eyvah/sizi çığırıyorum ruhun amansız kuşları” 1... Rilke’nin kelime meleklerinden Klee’nin melek desenlerine geçtiğimizde, ki Klee’nin Angelus Novus hakkında “melek olma yolunda bir oluş”dediği bilinmektedir, yirminci yüzyılın başlarında beliren estetik mistizm’in iki farklı alandaki yansımasıyla karşılaşırız. Benjamin’e “Tarih meleğinin görünüşü de ancak böyle olabilir” yazdıran Angelus Novus’un kederli ama bir o oranda günümüz için de geçerli olan bakışlarını hala üstümüzde hissetmemek imkansız.
Manisa doğumlu şair ilhan Berk 1950’lerin ikinci yarısında, “Paul Klee’de Uyanmak” başlıklı bir şiir yazar. 1958’de Galile Denizi adıyla yayınlanan kitabında yer alır bu şiir. Yine Manisa doğumlu ve ilk kitabına “Melek Geçti” adını veren genç bir şairse, Türkiye’nin 80’li yıllarının ikinci yarısında “Bekleyiş” başlıklı şiirine şöyle başlar: “Meleklerin çekildiği saat. / Çürük ipliği mazinin. /Ses serpti tüylerini odaya” ve şu dizelerle tamamlar; “Şair, hevesler sundu. Aşınmış/ hayat bilgileri, tebessüm ve/ pişmanlıkla!”
Benjamin bin dokuz yüz yirmilerde Berlin’de bir dergi çıkarmayı düşünmüştü Angelus Novus adını taşıyacak. Gerçekleştiremedi, gerçekleşmedi. Onun bu hülyası şimdi Türkçede ve Türkiye’nin iki bin yirmilerinde Gayet dergide bir köşenin başlığı olarak hayata geçiyor.
Yazı burada bitiyor sevgili okur, öyleyse sırayı müzik alsın. Noir Desir söylesin, Angelus Novus’un alemler ötesi kanat çırpışını duyup kederlenelim; gelsin Le vent nous portera...
___________________________________________________________
1 Rilke, Hiç Uğruna Bir Nefes, çeviren ve Türkçeye söyleyen Cem Yavuz, Everest Yayınları, 1. Basım, Ekim 2024