Pelin Erkan: Babygirl - Arka Bahçemizde Neler Oluyor?

Halina Reijn’in yönetmenliğini üstlendiği, Nicole Kidman, Harris Dickinson ve Antonio Banderas’ın başrollerde yer aldığı Babygirl, 81. Venedik Film Festivali’nde prömiyerini yaptı; hakkında çok şey yazıldı, çokça konuşuldu. Yaklaşık 1-1,5 ay önce de Türkiye’de vizyona girdi. Filmi izledikten sonra, düşüncelerimi ve hislerimi bir süreliğine sessizliğe gömdüm; ta ki felsefe derslerimizden birinde, postmodern felsefenin önemli isimlerinden Bauman’ın şu sözünü hatırlayana kadar: “İnsan doğuştan ne iyidir ne de kötü, insan müphemdir.

Film, ilk duyumlarda güç dengelerini ve rollerini tersine çeviren bir erotik gerilim diye merak uyandırsa da genç erkek-olgun kadın aşkı ve cinsellik temalarını izlemeyi bekleyen seyircileri hayal kırıklığına uğratacağa benziyor. Büyük ihtimalle, e ne oldu şimdi? Pek de bir şey göremedik diye düşünüp kös kös eve dönebilirsiniz.

Romy (Nicole Kidman), robotik depolama ve lojistik sistemleri geliştiren bir şirketin başarılı, güçlü, soğuk ve mesafeli CEO’sudur. Tiyatro yönetmeni olan Jacob (Antonio Banderas) ile 20 yıldır evlidir, iki kızıyla birlikte New York’ta çok şık bir dairede mükemmel bir hayat sürmektedirler. Film, incir çekirdeğini bile doyurmayan bir evlilik seksi sahnesi ile açılır, sevişmeleri bittikten sonra Romy’nin başka bir odada porno izleyerek doruğa ulaştığını görürüz, kocası Jacob ise uyumaktadır. Sabahleyin Romy annelik görevleri içinde küçük kızının okul çantasını hazırlar, ders programlarını kontrol eder ve bir yandan da şirkette yapacağı konuşmaya çalışır. Jacob ise bu konuşmaya küçük ama önemli dokunuşlar yaparak ona yardım eder. Yılın en tatlı ve en iyi zamanı olan noel arifesidir, ama ne yazık ki birbirine teğet geçen, cep telefonu mesajları ve emaillerden başını kaldırmayan, kusursuz Christmas süslemeleri ile sıkıcı, gergin bir ev izleriz ve bu boğucu histen biz de nasibimizi alırız. 

Tiyatro yönetmeni olan Jacob sakin, dengeli, makul bir karakter olarak karşımıza çıkar. Mutsuz evliliğinde sıkışıp kalmış, tutkulu ve asi Hedda Gabler’i sahnelemeye uğraşırken karısının çalkantılarını, sıkışmışlıklarını, karanlık yönlerini göremez, görmek mi istemez? Banal ve bayağı bulur belki de. Hedda Gabler... Zamansız bir kadındır... Varoluşunu tutku ve haz ile gerçekleştirmek ister ama “hayat” buna izin vermez. Metafor burada seyirciyi yakalar ve dikkatli izleyici nerede bir metafor varsa o cennette bir sorun olduğunu pekâlâ bilir.  

Tam da bu noktada film hiç vakit kaybetmez. Romy ilk olarak Samuel'’ (Harris Dickinson) kalabalık bir şehir kaldırımında, kendisine doğru koşan saldırgan ve tasmasız bir köpeği kontrol altına alırken görür. Onun sakin, kendinden emin ve sert hareketlerinden etkilenir. Ve o günün ilerleyen saatlerinde, ofisine getirilen stajyerler kümesinin bir parçası olduğunu fark eder. Samuel, Romy’ye rahatsız edici bir cüretkarlık ile eşitlermiş gibi bakar. Kısa bir zaman sonra aralarında güç dengelerinin taraf değiştirdiği, dominant-teslimiyetçi bir ilişki kurulur. Ve bizler, mükemmelin adım adım parçalanışını izlemeye başlarız.

Babygirl, kadın arzusunun sinemada nadiren gösterilen bir yönünü ortaya koyma potansiyeline sahip olsa da bu temayı tatmin edici bir şekilde işleyemiyor. Filmin bazı sahneleri; özellikle Jacob (Banderas) ile Samuel’in (Dickinson) yüzleştiği sahne oldukça güçlü bir an yaratıyor. Ancak, Kidman ve Dickinson arasındaki cinsel gerilim ve çekim, neden sonuç ilişkileri çoğu zaman yüzeyde kalıyor ve senaryo Romy’nin özgürleşme yolculuğunda bazı kalıpların, klişelerin içinde debelenip duruyor.

Bir stajyerin, CEO ile bu denli pervasızca iletişim kurabilmesi, CEO’nun stajyerler için düzenlenen şirket partisine katılması, gençleri evine doğum günü kutlamasına davet etmesi ve bu iki karakterin sürekli karşılaşmaları, özellikle Samuel’in, Romy’nin cinsellikteki teslimiyetçi arzularını örümcek hisleri ile hemen anlaması, filmin inandırıcılığını zayıflatan unsurlar arasında. Bu unsurlar gerçeklikten çok, izleyiciyi ikna etmeye yönelik bir çaba gibi hissettiriyor ve bu çaba doğal bir şekilde ortaya konamıyor.

Filmin en güçlü yönü ise görüntü yönetmenliği. Işık ve gölge oyunları hisleri ve atmosferi çok iyi yansıtıyor. Kadın ve erkek bedenlerini seyirlik birer meta gibi merkeze almadan, derdini derinlikli bir biçimde anlatan kamera açıları da oldukça etkileyici. Ayrıca, dominant ve submissif (D/S) ilişkiyi, klişe unsurlardan (kırbaçlar, kelepçeler veya gizli fantezi odaları gibi) uzak tutarak anlatmayı başarması, yönetmenin incelikli yaklaşımına dair ipuçları veriyor.

Güçlü ve başarılı bir kadınının, mükemmelliğinin adım adım çözüldüğü bir özgürlük hikayesi izlemeyi heves ile bekliyoruz. Ancak, tüm cesaretine rağmen Babygirl, özellikle filmin finaline yaklaşırken, güvenli sularda geziniyor ve maalesef izleyiciyi temkinli bir sonla baş başa bırakıyor.

26/02/2025
142