Nazlı Ayça Özkarahan: Okuma Alışkanlıkları - Tarık Tufan

Metinleriyle okuyucusunu iç yolculuklara çıkaran bir yazar Tarık Tufan. Onun satır aralarında gezinirken, insan kendi benliğiyle karşılaşıyor; bastırılmış duygular, unutulmuş anılar ve dile dökülemeyen sorular birer birer su yüzüne çıkıyor. Onu okurken kimi zaman, “Bu detayı ben neden fark etmedim?”, “O anı nasıl da böyle düşünemedim?” diye hayıflanmak çok doğal. Yaşamın çıkmazlarını, insanın kırılganlığını, yalnızlığı, umutları ve insan olmanın sancılarını büyük bir incelikle işliyor.

Geçtiğimiz sonbaharda bu şahane kalemle tanışma şansı elde ettim. İnceliği, herkese eşit mesafede duruşu ve samimiyeti beni ayrıca etkiledi. Eğer bir gün imkânınız olursa, metinlerini kendi sesinden dinlemenizi özellikle tavsiye ederim. Kalemle ruhun buluştuğu noktayı keşfedeceksiniz.

Şimdi sizi, Tarık Bey'in okuma alışkanlıkları sorularına verdiği içten cevaplarla baş başa bırakıyorum.

 

Okumayı sevmenize vesile olan ilk kitap veya yazar kimdi? Bu kitap ya da yazarın üzerinizde nasıl bir etkisi oldu?

Zihnimi yokladığımda gözümün önüne ilk gelen kitap Richard Bach’ın Martı Jonathan Livingstone kitabı. Kaç kere okuduğumu hatırlamıyorum. Okulun dışındaki vakitlerde konfeksiyon atölyelerinde çalışırken dayımın büyük oğlunun bana hediye ettiği bu kitap için, tam da o roman girişinde olduğu gibi “hayatımı değiştirdi” diyebilirim. İMÇ Blokları’nın iki kat alttaki bodrumunda, güneş görmeyen bir atölyede çalışırken bana hayal kurma imkânı veren Martı, aynı zamanda okuma eyleminin insanı özgürleştiren, umut ettiren yanını çocuk aklımla keşfetmemi sağladı. Karamsarlığın avucuna düştüğüm anlarda Martı’yı, Jonathan Livingstone’u hayal ettim. İçinde bulunduğum koşullar ne olursa olsun, bir hikâyenin kahramanını beni oradan çekip alabileceğine ilk olarak bu kitap sayesinde inandım. Romanların olanaklı dünyalar inşa edebileceğini de bu sayede anlamaya başladım.

 

Günlük yaşamınızda okuma alışkanlıklarınız nasıl bir yer tutuyor? Kendinize has bir okuma rutininiz var mı?

Masamın üzerinde her zaman beş-on kitap bulundururum. Bunların bir kısmı o sıralar yazdığım romanla ilgili yaptığım okumalardır. Bunun dışında çalışmaktan yorulduğumda dinlenmek için okuduğum kitaplar vardır. Çalışma masamın üzerindeki kitaplardan hariç çantamda bir kitap bulundururum. Bu kitabı genellikle yolda yahut oturduğum kafelerde okurum. Geceleri başucumda birkaç kitap durur. Yatmadan evvel okumaya gayret ederim. Eğer bir süre yeteri kadar okumamışsam içimde bir suçluluk duygusu, vicdan azabı büyümeye başlar; hayatımın en önemli sorumluluklarından birini yerine getirmediğim duygusu yüreğimi sarar. 

 

Bir kitabı seçerken sizi en çok etkileyen unsurlar neler? Kapak tasarımı, yazar, tür, yoksa tavsiyeler mi?

Bir roman çalışması için tematik kitaplar (tarih, hatırat, araştırma vs) seçiyorum. Rutin okumalarım için yazar tercihi yapıyorum genellikle. Elbette iyi okur olduğuna inandığım dostların tavsiyelerine de kulak veriyorum.

 

Aynı kitabı birden fazla kez okuduğunuz olur mu? Evetse, sizi tekrar tekrar okumaya iten neler nelerdir?

Aynı kitabı birden fazla kez okuduğum olur. Farklı kavrayış ve tecrübelere eriştiğim yaş dönemlerinde tekrar okuduğum kitaplar var. Zihnimi, kalbimi açan, ilham veren, içimde yazma arzusunu tetikleyen kitapları tekrar tekrar (başı sonu belirsiz, içeriden herhangi bir sayfayı) okuyorum.

 

Uzun süre etkisinden çıkamadığınız bir kitap var mı? Eğer varsa, bu kitabın sizi etkileyen kısmı neydi?

Uzun süre etkisinden çıkamadığım iki kitap sayabilirim; birincisi Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ı ikincisi de (daha genç yaşlarımda özellikle) Saint Exupery’in Kale’si. Belki insan ruhunun en derinlerinde saklı (mahrem) duygularına, karanlıklarına, içsel çatışmalarına dokunabildikleri için bu kadar etkilenmiş olabilirim. İnsan her okuduğu kitapta kendisini, kendi hayatını arıyor. Kendimizle derinlemesine yüzleşme imkânı veren kitapların etkisinden uzun süre çıkamıyoruz.

 

Başucunuzda her zaman bulunmasını istediğiniz bir kitap var mı? Bu kitap hangisi?

Başucumdaki kitaplar dönemsel olarak değişiyor. Bu sıralar Goethe’nin Faust’u. Çarpıcı, hayret uyandırıcı ve derinlikli bir dünya.

 

Bir kitabı yarım bırakmak sizin için zor bir karar mı, yoksa kolayca yapabildiğiniz bir şey mi?

Geçmişte bir kitabı yarım bırakmak benim için epeyce zor bir karardı. Ancak artık öyle değil, okur olarak yeteri kadar emek verdiğime inanıyor ve buna rağmen dünyalarımızın ortak bir yerde buluşmadığını düşünüyorsam yarım bırakıyorum.  

 

Okuduğunuz kitaplardan not alır mısınız? Bu notları daha sonra nasıl değerlendirirsiniz?

Okuduğum kitaplardan aldığım notlarla dolu defterlerim var. Bu notları özel olarak değerlendirmek gibi bir niyet taşımıyorum. Bazı romanlarımda epigraf olarak kullandığım olur. Defter tutmayı, değişik kalemlere sahip olmayı, yazmayı sevdiğim için not almanın kendisi bana büyük keyif veriyor. Kitapla kurduğum ilişkiyi güçlendiriyor, hafızamda tutmamı kolaylaştırıyor. 

 

Unutamadığınız ya da bir dost gibi hayatınızda tuttuğunuz bir roman ya da öykü karakteri var mı? Varsa, bu karakterin hangi özellikleri sizi etkiledi ve neden bu kadar unutulmaz oldu?

Elbette beni etkileyen, hayatımda tutmak için bir çaba sarfetmediğim halde zihnimin bir köşesinde duran onlarca roman karakteri var. Bunların arasından seçim yapmak kolay değil. Pek çok karakter seçip de kolaya kaçmak istemiyorum ve bu yüzden de Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanındaki “Zebercet” karakterini seçiyorum. Neden bu kadar unutulmaz? Zebercet, yalnızlığın en ürkütücü yüzlerinden biri. Zebercet, insan karanlığının en tekinsiz yüzlerinden biri. Zebercet, varoluşun tehditkâr arzularına ve ölümcül teslimiyetlerine karşılık geliyor. Sıradanlık maskesi takmış bir ölümdür Zebercet, zira ne hayatın içindedir ne de bir ölüdür; bir araf halidir Zebercet.     

 

Son olarak, okurlarımıza da ilham olması açısından, sizin "olmazsa olmaz" dediğiniz ilk üç kitabı bizimle paylaşır mısınız?

Söyleşilerde bu sorunun geleceğinden hep endişe ederim. Bir romancının dünyasında yer tutan yüzlerce roman arasından “olmazsa olmaz”ları seçmek bir tür işkence gibi. Ne yazarsam aklım bir diğerinde kalacak. Yine kolay olanı yapıp çok kitap ismi vermek yerine bu soruların gizli cazibesine uyarak üç kitap seçiyorum ama okur başka bir yerde söylediğim farklı üç kitap görürse lütfen beni ayıplamasın. Zira her söyleşide farklı kitaplar seçmeye özen gösteriyorum. Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar, Kara Kitap / Orhan Pamuk, Anayurt Oteli / Yusuf Atılgan. (Keşke dört kitap seçme hakkım olsaydı da Mithat Cemal Kuntay’ın Üç İstanbul romanını ekleyebilseydim.

 

Tarık Tufan Kimdir?

Tarık Tufan İstanbul’da doğdu ve hayatını bu şehirde sürdürdü. Kabataş Erkek Lisesi’nin tamamladıktan sonra üniversite eğitimini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde Felsefe bölümünde gerçekleştirdi. Marmara Üniversitesi Ortadoğu Ülkeleri Enstitüsü’nde Sosyoloji alanında yüksek lisansını tamamladı.
 

Uzun yıllar radyo ve televizyonlarda kültür-sanat alanında programlar gerçekleştirdi.

İlk kitabı “Kekeme Çocuklar Korosu” 2000 yılında yayımlandı. Ardından “Kraliçenin Pireleri” (2002), “Ve Sen Kuş Olur Gidersin” (2004), “Hayal Meyal” (2007), “Bir Adam Girdi Şehre Koşarak” (2010), “Şanzelize Düğün Salonu” (2015), “Beni Onlara Verme” (2017), “Düşerken” (2018), Kaybolan (2020), Geç Kalan (2021), Âşıklara Yer Yok (2023) yayımlandı.
 

Romanlarının yanı sıra belgesel ve kurmaca film senaryoları yazmaya devam ediyor.
 

“Uzak İhtimal” filmiyle 2009 yılında İstanbul Film Festivali’nde, “Yozgat Blues” filmiyle 2013 yılında Adana Altın Koza Film Festivali’nde “En İyi Senaryo” ödüllerini kazandı. Yapımcıları arasında yer aldığı “Anons” filmi, 2018 yılında Venedik Film Festivali Orizzonti bölümünde “Jüri Özel Ödülü”ne layık görüldü.
 

Yazdıkları çeşitli dillere çevrildi. Edebiyat dergilerinde öyküleri yayımlanıyor.

12/04/2025
30