Nazlı Ayça Özkarahan: Kum Saati - Zaman Tersine Akabilir mi?

Hatırla! Kendimi bildim bileli iç sesim bana böyle der. Ne enteresandır ki bir o kadar da çabuk unuturum. Özellikle kırgınlıkları, zorlukları hemen silerim zihnimden. Belki de vefasız zihnime kalbimin uyarısıdır bu. Hatırla!

Kum saatlerine de merakım buradan gelir, zamanın lineer akışını ters düz edebilme, tekrar istediğim yerden başlatabilme imkânı hoşuma gider. Simgesel gücü yüksek bu objeler geçmişi, anı ve geleceği gösterebilen bir efsuna sahiptir. Hatırlamanın; bu geri dönüşün bir temsilcisi gibidirler. Zamanı hem somutlaştırır hem de onun kaçınılmaz geçiciliğini vurgularlar. Düşen her bir kum tanesi anın tadını çıkartma, onu hissetme kısaca zamanın hakkını verme eylemi gibidir. Dünü, bugünü, yarını tüm çıplaklığıyla görebilme arzusudur.

İşte, bu arzunun peşinde geçmişin izlerini ararım, kimi zaman beni zorlar kimi zamansa bambaşka düşlere dalmama sebep olur. Seksenlerin başında henüz okuma yazma dahi bilmezken, Feneryolu’nun bahçeli evlerle bezeli sokaklarında duvarlara uzun uzun dokunur oradan geçmiş olan diğer insanları, neler yapmış, neler hissetmiş olabileceklerini hayal ederdim. Evlerin merdivenlerinde oturur uzun süre bu hikayelerin bana gelmesini beklerdim. Bilmediğim, tanımadığım bir iz arardım. Geçmişten bir mesaj bekler gibi eşyalar, binalar ve duvarlarla ilişkilendirdiğim hayatları merakla, açık pencereleri dikizlerdim.

Sonra hayat girdi araya ne yollarda avare yürüyebildim ne de o sığınak gibi bahçeler, giriş merdivenleri, bahçe duvarları kaldı geriye. Şimdilerde, zamanın aşırı hızlı aktığından herkesin şikâyet ettiği şu dönemde anın tadına vara vara izlediğim kum saatlerim var. Kimi zaman hepsini aynı anda çeviriyor sadece seslerini, kendi hızlarında akışlarının oluşturduğu melodiyi dinliyorum.

Peki, ya insan geçmişi yeniden yazmak isterse? Zaman tersine akabilir mi? Kum saatini ters çevirdiğinizde akış terse döner ancak hiçbir zaman aynı düzeni oluşturamaz. Her bir tanenin düşüşü bir önceki seferden farklı olacak, taneler asla aynı yere düşmeyecektir. Geçmişi yeniden yazmak mümkünse, bu ancak kusursuz bir kurgucunun elinde şekillenebilir.

Jose Eduardo Agualusa’nın Bukalemunlar Kitabı işte böyle bir durumu anlatıyor. Geçmiş, değişen kimlikler ve toplumsal hafıza üzerinden son derece zekice kurgulanmış bir roman. Hikâyesini dinlediğimiz Felix Ventura bir anı yaratıcısı, bellek satıcısı!

Kitap Angola’da yaşayan siyahi albino bir adam olan Felix Ventura’nın evinde geçiyor ve her şeyi gören Eulalio’nun ağzından anlatılıyor -Eulalio’nun kim olduğunu söylemeyeceğim okumayanlar için kitabın sihri bozulsun istemiyorum- Felix yeni ve daha iyi bir geçmiş isteyen müşterileri için sahte biyografiler sunan bir tüccar. Müşterileri genelde çok iz bırakmamış geçmişlerini yeniden inşa ederek, savaş sonrası Angola toplumunda saygın bir konumda olmak isteyen kişiler. Apartheid rejim sonrası yeniden doğuş arayışı da diyebiliriz buna. Félix Ventura, müşterilerine yalnızca yeni kimlikler sunmakla kalmıyor, onlara geçmişleriyle ilgili ikna edici hikâyeler, sahte belgeler ve hatta fotoğraflar sağlıyor. Belleğin gönülle iş birliği sonucu müşteriler zamanla onlara sunulmuş bu sahte geçmişleri öyle benimsiyorlar ki karakterlerden bir tanesi sözde ailesinin mezarını dahi buluyor. Belki de Agualusa bunu yaparak bireysel tarihin üzerinden toplumsal hafızayı ya da kaderi nasıl manipüle edebileceğini sorguluyor. İşte burada insan zihinle mi gönülle mi hatırladığını sorguluyor. Bu bağlamda bekli Angola'nın travmatik geçmişine yeni bir kimlik inşa etmeye çalışıyor. Felix’in yaşamına bu derece şahitlik ederken aynı zamanda anlatıcımız Eulalio’nun anılarının içine dalıp çıkıyoruz. Rüyalarla iç içe geçmiş bir dünyada, harika bir zamanı altüst etme ve anıları yeniden inşa etme hikayesi. Yazar bize hafızanın sabit ve değişmez bir kavram olmadığını vurguluyor. Ve sanırım kitap İngilizce ve Türkçe adını da buradan alıyor, istediği zaman geçmişi dolayısıyla bugünlerini değiştiren insanlardan... Orijinal adıysa O vendedor de Passados yani Geçmiş Satıcısı.

Angolalı yazar Agualusa’nın daha önce Unutmanın Genel Teorisi kitabını okumuş ve uzunca zaman etkisinden çıkamamıştım. Bukalemunlar Kitabı’nı takiben Yaşayanlar ve Diğerleri kitabını okudum. Başka kitabının çevirisi olmamasına gerçekten hayıflandım. Bir cesaret iki tane İngilizce kitabını aldım. Bakalım beni nasıl bir macera bekliyor.

Her üç kitapta da dikkatimi çeken bir nokta, albino olması oldu. Bununla ilgili hiçbir yerde bir yazı ya da bu konuya değinme göremedim. Bunun üzerine yazara bir mesaj attım ve nedir bu albino meselesi diye sordum. ‘Özel bir albino tutkum yok ancak Angola’da durumları nedeniyle zulüm gören birçok albinizmli insan var. Onların bu durumlarına dikkat çekmek istiyorum’ cevabını aldım.

Kimilerine göre gelecekte Nobel alması garanti olan Agualusa, Angola tarihi, sömürgecilik, bellek, kimlik, aidiyet gibi konuları ele almasıyla dikkat çekiyor.

Onun dediği gibi gerçeklik acı verici ve kusurludur, doğası gereği...

Ve mutluluk her zaman sorumsuzdur.

 

11/04/2025
151