Metin Çalışkan: Kaptan Kurmaca - Rapor 01

Bazen gerçekliğin gezegenleri arasında kaybolmak ve çıkışsız hissetmek mümkün. Böyle anlarda kurmaca gezegenlere sığınmak bir açıdan kurtarıcı sayılabilir. Tabii geçen vakti iyi hesaplamak elzemdir. Sonsuza kadar o gezegenlerde kalmak istemeyiz.

Yoksa ister miyiz?

Neyse, böyle geçen birkaç günün raporunu size sunmaktayım.

*

Geçtiğimiz hafta kıyamet koparmayan bir açık artırma gerçekleştirildi efenim. Neredeyse kimsenin katılmadığı açık artırmada Celal Kibar’ın ilk ve tek şiiri olan Gökayna Labirenti’ni yazdığı, ki o şiiri okuyan insanların çıldırdığı söylenmekte, daktilosu alıcı bulamadı. Tamam buraya kadar bir gariplik yok. Asıl garip olan alıcı bulamayan daktilonun korkunç bir biçimde kahkaha attığına dair iddialar. Ne yazık ki bu iddiaları ortaya atanlara da ulaşamadık. Bir başka ilginç iddia ise daktilonun kendi yazarını seçtiği ve bu yüzden alıcı çıkmadığı. Bakalım bu hikâye bizi daha nerelere götürecek...

*

Sevindirici haber, Harun Özüpek lütfedip Paul Penn'in hemen her yerde yayımlanmış ve neredeyse hiçbir yerde yayımlanmamış bir öyküsünü gönderdi. Sonsuz teşekkürlerimle.

Paul Penn: Sadece Lou'nun Köşedeki Yeri

Sadece Lou’nun köşedeki yeri sinek avlıyordu. Şu, salı akşamları müdavimi olduğum, Kızıl Nehir Sokağı’nın (o puşt sokağın nehirle yakından uzaktan ilgisi yok, hatta oraya yağmur bile düşmez), Mavi Rüya Caddesi ile (rüyaların rengi hakkında uzun araştırmalar yapmama rağmen hala konuyla alakalı atıp tutacak resim bilgisine sahip değilim, belki Gogh kulağını kestiği an öğrenebilmiştir) kesiştiği köşedeki virane mekândan bahsediyorum. Aylak adamların, dudaklarına gece sürülmüş kadınların bile uğramaya tenezzül etmediği Siyam Balığı’ndan. Bazılarınız anımsamıştır eminim. Diğerleri ise Siyam Balığı’nın (lanet balığın adı kesinlikle bir bara ya da bir balığa uygun değil. Siyah beyaz bir filmin birkaç sahnesi hariç çağrışım yapmıyor) varlığından bile haberdar değildir muhtemelen.

Sadece Lou’nun sağ yanağındaki çıban, sol omzundaki iri ben, bakışlarındaki bönlük, yürürken yaptığı sakarlıklar, ufak bir kalp kırığı, örümcek ağı örtülü bazı hatıralar, üç ayaklı taburesinin bir ayağının kırıldı kırılacak hali dışında sorunu Siyam Balığı’nın geleceğine dair vizyonsuzluğuydu. Onun kafası daima şairlikle, öykücülükle meşguldü. Siyam Balığı geçici bir işti. Geçici işlere verilen önem derecesinde ilgileniliyordu. Sadece Lou farkında değildi ama o sadece Sadece Lou idi. Yani, demek istediğim ne Hemingway’e benzer cesur bir isme sahipti, ne T.S. Eliot misali cakalı bir kısaltmaya, ne de Sylvia Plath gibi bir intihar düşüncesine (Sadece Lou’nun aksine, ismini, cismini, göbek deliğinin yakınındaki doğum lekesinin şeklini saklı tutmam gereken bir hanım arkadaşım, otuz yaşına bastığı gün intihar edeceğini belirtmişti. Kendisini metro raylarına bırakacaktı. Şimdilerde yirmi altı buçuğuncu yaşını sürdürüyor) sahipti. Sadece Lou’nun edebiyatçılığını ilerletme çabasındaki yegâne dostu uzun, açık kahverengi, yedi cepli, mevsimlik (hangi mevsim umurumuzda mı?) pardösüsüydü bir zamanlar. Onu da ufak kalp kırığını onarırken harcamak üzere yine ufak bir ücret karşılığında rehin bırakmıştı.

O ruhsuz edebi manyak sorunlarıyla boğuşadursun, ben her salı akşamı Siyam Balığı’nda hayıflanıyordum. Beş masalı, arka kapısı cinnete açılan, dans pistinin parkeleri kırık dökük, iki ufak penceresi de olmasa penceresiz, havasız, loş, yorgun, küfürbaz, insana ciklet yapışkanlığında yapışabilecek bu harika mekân ölmek üzere olan bir yaşayan, yaşamaya çabalayan bir ölüydü. Neden kimse gelmiyordu, neden? (tabii bendenizi, Sadece Lou’yu, Timothy’i, Mary’i, Brian King’i (yani ben ve Siyam Balığı çalışanlarını) saymazsak) Aslında mekânın sorunlarını tespit etmiştim. (yararlandığım kaynaklar; Bir Barın Kapanma Tehlikesine Karşın Güldürü Sanatı, Boris Vian’ın her eseri, Üniversite Kütüphanelerinden Kurtulup Gidilebilecek Mekânlar) Bir sigara verirseniz tespit ettiklerimi sizinle de paylaşabilirim.

Teşekkürler. Siyam Balığı üzerine konuşmak bir onurdur.

Öncelikle Siyam Balığı’nın yiyecek içecek menüsü (menünün Latince kökenli olduğu üzerine teorim çürümekte) hayli zayıftı. İçecekler de tek marka biradan, ucuzun ucuzu iki üç çeşit şaraptan, sizi ya zombiye dönüştürecek ya da zombilerin önüne atacak bozuk votkalardan ibaretti. Yiyecekler ise soslu, kaşar dilimli, bilmem ne otlu köfteye muhtaçtı. Kalan yiyecekler bir halta yaramazdı. Köftenin akıbeti de pek iç açıcı olmamıştı.

Soslu, kaşar dilimli, bilmem ne otlu köfte tarifi kardeşi kör bir tesisatçı olan Dokuz Buçuk Timothy (Tim’in her gece tükettiği biraların boşaltım emrine dokuz buçukta uymasından dolayı lakabı) ile yaka kartında Mary yazan, üzerimizde bıraktığı uyuşturucu etkisiyle asıl ismini Maryuana sandığımız kıza aitti.

Mary Timothy ikilisi çilekli pastayla mutluluğu buldukları ateşli bir Cumartesi gecesinin sabahında sağlam bir kavgaya (kavga Tim’in getirdiği çilekli pastanın saatler sonra muzlu olduğunun anlaşılmasıyla gelişmişti) tutuşmuşlardı. Tutuştukları kavga Maryuana’nın Tim’e kafa atmasıyla (hakikaten asabi kadındı Mary, Sadece Lou’ya bile vurmuştu, Sadece Lou’ya sadece bir yumruk) son bulmuştu. İki tarafın da beyinlerinde, hafıza bölümlerinin köfte kısımları etkilenmiş, ortak tarif ortaklarca unutulmuştu. Kriminal Izgaracılar Derneği vakayı sivillerin elinden almıştı. Tim’in de morali çökmüştü. (Timothy’nin çöküşünün diğer nedenleri: Tim’in kardeşinin durduramadığı musluk suyunda boğulma tehlikesi atlatması. Basketbol liginde yapılan şike soruşturmasıyla bahis askıya alınmasıydı)

Ha bir de Siyam Balığı sıradan, standart bir barla dahi kıyaslanamayacak düzeyde kötü müzik çalıyordu. Kötü müzik, Pandora’nın kutusundan son çıkan felakettir. Tüm berbat gidişatın sorumlusudur. (kentlerde durum değişir, onların asıl sorunu müziksizliktir) On büyük günahın on birincisidir.

Oysaki Sadece Lou gayret etse Brian King’le (sağlam dostum, vurmalı trompetin, üflemeli baterinin mucidi) çalışabilirdi. King ondan sadece işe başlarken yeni bir gitar almasını rica etmişti. Prensip meselesiydi King’in ricası, yoksa parasızlıktan değil. Kaldı ki deli adam, kısa boylu tombul siyahi, kısık gözlü, dar nefesli, geniş perdeli Brian King ruhunu müziğe satmıştı. Maddi kazanç aklının ucundan geçmiyordu.

Kötü müzik, kötü yemek, kötü içki…

Bu durumun değişmesi, Siyam Balığı’nın yalnızlığından sıyrılması gerekiyordu ve bir gün ummadık bir şey oldu. Sadece Lou yanında büyük, ağır yüküyle bir salı sabahı erkenden Siyam Balığı’na damladı. Âdeti değildi, bir terslik olmalıydı. O saatlerde asla gelmezdi. (Siyam Balığı’nı salıları ben açardım) Yüzündeki şairane olmayan memnuniyet ifadesiyle sırdaşını bize tanıttı. “Bu,” dedi.

“Bu kurtuluşumuz. Siyam Balığı’nı balıkların kralı yapacak şey.”

Mary’den dört çeyreklik istedi. İlk çeyrekliği otomata attı. Ardından, makineden bir ses yükseldi.

“Seni gördüğüme sevindim.”

Bir kadın sesiydi duyduğumuz. (para atan kadınsa duyulan bir erkek sesi oluyordu, öğrenecektik)

İkinci çeyreklik;

“Muhteşem görünüyorsun.”

Beni işaret etti Sadece Lou. “Hadi dene ahbap,” diye mırıldandı.

Denedim.

“İyi ki yanımdasın.”

Harika bir histi. Kimse bana asla iyi ki yanımdasın dememişti. Üstelik bir kadındı bunu söyleyen (annecik tam tersini söylerdi, iyi ki yanındayım, ben olmasaydım sen şimdi…) Düpedüz yalandı, yalandı yalan olmasına ama inanıyordum söylediklerine.

Son çeyrekliği de Tim kullandı.

“Dünyanın en başarılı adamı, merhaba.”

Talih perisi (Peri Anatomisi isimli tıp kitabının siparişini verdim) gizli ormanında vurulup Siyam Balığı’na düşmüştü. Otomat bizi büyülemişti.

Sadece Lou gündelik dilden, günlük yaşamdan alıntı beş bin yalananın kayıtlı olduğu otomatı bitpazarından ucuza almıştı. Çalışabileceğinden emin değilmiş. Siyam Balığı’na getirmeden evvel denemiş. Bayılmış… Bitpazarından çıkarken kel bir çingene ona küfürler savurmuş. Sadece Lou bana, çingenin otomatın peşinde olduğunu söylemişti.

Çok geçmeden otomatı duyan insanlar, tek tek, grup grup, akın akın Siyam Balığı’nı doldurmaya başladı. Herkes yalanların hipnotik etkisi altındaydı. İnsanlar otomattan bir şeyler duydukça kendilerini iyi hissediyordu. Onlara üst üste, iyi gelen cümleler söyleniyordu. Normalde, gün içinde, eğer kaderiniz izin verirse üç beş tanesini işitebilirdiniz. Bunun karşılığında bir çeyrekliğin (bazıları otomatı fazladan meşgul ettiklerinden Sadece Lou bir gün içinde bir kişiye on tane yalan kısıtlaması getirdi) lafı mı olurdu!

Siyam Balığı da fırsatı kaçırmayıp kendine çekidüzen verdi. Menüler iyileştirildi. Brian King istediği gitarı elde etti, haftanın beş günü müzik yapmaya başladı. Sadece Lou edebiyatı bıraktı. Timothy, Maryuana ile evlenmek üzereydi. Ben, cuma, cumartesi, pazar günleri de mekânın müdavimi oldum. Hatta bir Siyam Balığı rozetim de var. (otomatla ilişkim, dört günde toplam on altı çeyreklik şeklinde sürüyordu)

Herkes bizi konuşuyordu. Röportajlar, canlı yayınlar.

Otomatı herkes kullanıyordu, herkes. (herkes yalanları içten içe hissediyor lakin doğruluklarına inanıyorlardı) Politikacılar,

“Size güveniyoruz.”

Sanatçılar,

“Sen olmasan sanat asla yürümez.”

Herkes, yalana ihtiyacı olan herkes, gerçeklerden uzaklaşma çabasındaki herkes otomata tapıyordu.

Talih perisi sağlığına kavuşup göğe doğru uçtuktan sonra (aldığım anatomi kitabına göre vurulan bir perinin eski haline dönme süresi dört aydı, Sadece Lou otomatı dört ay önce Siyam Balığı’na getirmişti) aksilikler Siyam Balığı’nı sardı.

Otomat bozuldu, Sadece Lou onu bir tamirciye götürdü. Geri getirdiğinde onu denedik. Lou, Tim’den (artık Maryuana’yla evli olduklarına göre mantıklı) dört çeyreklik istedi.

İlk çeyrekliği otomata attı. Ardından, makineden bir ses yükseldi.

“Kabiliyetsiz edebiyatçının tekisin, defol buradan.”

Sadece Lou sakince ikinci çeyrekliği kullandı.

“Şu görüntüne bir bak, berbat haldesin. Burası senden iyisini hak ediyor.”

Beni işaret etti Sadece Lou. “Hadi dene ahbap,” diye mırıldandı.

Denedim.

“İyi ki yanımdasın.”

Sadece Lou sevinmişti. Otomatı orada bıraktı. Tersliğin çözüldüğünü düşündü. (Sadece Lou bana benzemezdi, tersliklerin çorap söküğü gibi geldiğini, genellikle düzelmediğini başka tersliklerle insanı boğduğunu bilmiyordu)

Otomat tamir edilememişti. Artık, dilediğince, içinden geldiği gibi konuşuyordu.

“Aslında evliliğin boktan, onu parası için seviyorsun.”

“Yükselme hırsın seni bitirecek”

“Samimi değilsin.”

“Seninle konuşmaktan nefret ediyorum.”

Otomat tuhaflaşmıştı, (en tuhafı da söylediklerinin gerçekliğiydi, otomat gerçekleri nasıl biliyordu, insanların ruhuna nasıl yakalayabiliyordu) insanlar ondan tiksiniyordu. Onu tekmelediler, sopalarla paramparça ettiler, nihayetinde de Kızıl Nehir Sokağı’nda yaktılar.

Siyam Balığı da kendini salıverdi. Menüler berbatlaştı (bozuk biradan bir politikacı zehirlendi), Brian King’in gitarı kırıldı, çalmayı bıraktı (Sadece Lou bir gitarın yettiğini düşünmüş olmalıydı), Tim Mary’den ayrıldı, Mary Tim’in burnunu kırdı, ben de salı müdavimliğine geriledim, rozetim elimden alındı.

Bir anda parlayan Siyam Balığı bir anda söndü. Medya karalama kampanyaları hazırladı. Sadece Lou katlanamadı, benden borç isteyip pardösüsünü rehinden aldı. Siyam Balığı’nı bana devretti. Yalansız bir sözcükle sonlanan bir şiir yazma isteğiyle gitti. (yalansız sözcüğü arayacağı bir yolculuk planlıyordu)

Ben ve Mary kalmıştık. Yine de burayı, Siyam Balığı’nı adam etmeye karar verdik. Kolları sıvadık.

Bir sabah yolum bitpazarına düştü. Siyam Balığı’nı yeniden açmamıza iki ay kalmıştı. Ona rastladım. Otomatın bir başka modeline. Cebimdeki son çeyrekliğe başvurdum. Eve yürümek zorunda kalacaktım, birkaç kilometre kadar.

Çeyrekliği otomata attım.

“İyi ki yanımdasın.”

Siyam Balığı’nı yeniden açarken Sadece Lou haricinde tam takım oradaydık. Tim’le Maryuana barışmıştı. Brian King’e zor da olsa bir gitar alabilmiştim. Sadece Lou’nun adımıza imzaladığı şiir kitapları da elimize ulaşmıştı.

Sekiz on kadar müşterimiz vardı. Bitpazarından aldığım harika şeyin büyüsünün etkisindeydiler.

Büyükçe bir pinball makinesi.

Siyam Balığı çatısı altında huzurluyduk, bazen barın kuytu bir kısmında, gölgelerin içinde, ara sıra kahkahalara boğulan çingene bizi tedirgin ediyordu o kadar.

Anlattığım öykünün tamamen gerçeklere dayandığını da (iyi ki yanımdasın kısımlarıyla alakalı şüpheye düşebilirsiniz) belirtmeliyim. İsteyen, bir salı akşamı misafirimiz olabilir. Nerede olduğumuzu biliyorsunuz.

Bir sigara daha alabilir miyim?

Gaipceden Çeviren: Müge Saydam

*

Aşağıdaki şiire yeniden döndüm; yazılalı epey zaman geçmişti, ben de çok önemli bir şey; bu şiirin yazılmasında benim mi Cemal Erdem'e onun mu bana ilham olduğu konusunda çelişkideyim. Şiiri kim yazmıştı, peki? Eh, içimizden, ikimizden biri.

Yanılsamacı'nın Endişesi

sonra bir olup dimdik dururlar
tüm gerçekler karşımda
ahşap bir yara açılır
göğüs kafesimde
na şuramda
özgürlük şarkıları duyulur
göğün grisi
geçen günlerin yorgun izleri
bir olup dimdik dururlar karşımda
pencere kenarına layık olmayan
birini bulduğumda
iki insan arası
kuş uçuşu mesafesini bilmeyen
ömrünce düş sefası yetiştirmeyen
yarı uyur yarı uyanık
birini bulduğumda
bir umut toza döner
kolaydır umut etmek oysa
pek çok anlam yitirildiğinde
pek çok anlam bulunduğunda
domateslerle, peynirlerle donatılmış
geniş masalarda
balkonlar bahçelere
bahçeler akan sulara vardığında
kolaydır umut etmek
ama tutuldum mu tozlu bir yorgunluğa
kâğıtlardan güvercin çıkaramam
kahretsin eski bir şeydir kaybolan
onu katiyen bulamam
ellerimle göremem
kitap aralarına gizlenemem
çok çok
kentlerle şiirleri
şiirlerle fotoğrafları
fotoğraflarla kol düğmelerini
kol düğmeleriyle trenleri katlar
cebime koyarım
ama alkışlamayınız
n’olur alkışlamayınız
ben kimseler gibi
ben yoklar gibi
ben boşluklar gibi
kentler yıkıp şiir yakamam
ve asla, bir başkasıyken
pencere kenarında duramam

10/03/2025
107