
Metin Çalışkan: Kaptan Kurmaca - Boşluk Yayınları
Yeni bir Kaptan Kurmaca yolculuğuna hazır mısınız?
Bu yazımda, tanıdığım için şanslı olup olmadığım bir ismi, yayıncı Harun Özüpek'i ağarlamak istedim. Yaptığım söyleşinin ilk kısmı sizlerle.
*
Yayınevi sayısının giderek arttığı bir dönemde nitelikli edebiyatın da arttığını savunabilir miyiz? Popüler kültür silahşorlarının raflardan inmediği bir edebiyat ortamında ne yapılabilir? Hiçbirini ve daha azını Boşluk Yayınları kurucusu, editörü, bandrolcüsü, matbaacısı, sekreteri Harun Özüpek’le konuştuk.
Öncelikle söyleşi teklifimizi geri çevirmediğiniz için çok teşekkür ederiz. İlk olarak Boşluk Yayınları’nın kuruluş hikâyesiyle başlamak istiyorum. Yayıncılık hayatına ne zaman başladınız?
Rica ederim. Genç arkadaşlarımıza yardımcı olmak vazifemizdir. Yayın hayatına kâğıda düşen ilk sözle, yayımlanan ilk eserle veya hattatlar zamanında, matbaanın icadına yakın günlerde başladım diyebilirim. Edebiyatın, yayıncılığın genetikle bir alakası olduğu kanaatindeyim. Sadece okumak yetmez. Bir algınızın, bir bakışınızın da olması gerekir. İşte bu da yayımcılık yeteneğidir. Kendimle ilgili çok konuşmak istemem, ben sadece insanlığın ortak mirasını yaşatmak adına payıma düşeni yapıyorum. Yarın öbür gün bayrağı edebi genlerin aktarımı yoluyla çocuklarıma devredeceğim.
Boşluk Yayınları ismi nasıl ortaya çıktı?
İsim hususunda uzun yıllar titizlikle çaba gösterdim. Okudukça, ki okuma serüvenim çok çeşitlidir, dünya edebiyatına mensup her ülkeden okurum…
Mensup olmayan ülkeler de mi var?
Elbette, elbette. Heyecanla araya girmeniz normal. Fazla düşünmeden sorduğunuz bu suale şu şekilde cevap verebilirim. Her yazılanın edebiyat olduğunu söyleyemediğimiz gibi edebiyatçı çıkaran her ülkeyi de dünya edebiyatına mensup olarak göremeyiz. İşin içine sosyokültürel, sosyoekonomik sosyoedebi unsurlar girmektedir. İsim konusuna dönersek. Okudukça şunu fark ettim. Ne zaman harika bir edebi eser bitirsem içimde derin bir boşluk oluşuyordu. Sanki bir gedik açılıyordu ve ben bu gedikten kendimle alakalı meçhul noktalara, sırlara yuvarlanıyordum. Bir nevi yolculuk yani. İsme de böyle bir yolculuk neticesinde karar verdim.
Şu ana kadar sadece iki kitap yayımladınız. Sayı azlığı sizi rahatsız etmiyor mu?
Fiilen doğduğumdan beri yayıncılığın içindeyim. Şimdiye kadar farklı ülkelerden kitaplar yayımladım. Bu kitapların hepsinin ayrı türlerde olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Amerika’dan Paul Penn’in uzun öyküsü Kelebeğin Avare Ömrü’yle başladım işe. Penn’i Detroit’de bir boks salonunda keşfetmiştim. Bana bazı taslaklarını gösterdi. Onda iş olduğunu henüz ilk dakikada anladım. Yazdıklarından bahsederken gözleri parlıyordu.
Kelebeğin Avare Ömrü, “Kelebek” lakaplı bir boksörün ringlerdeki son şansı hakkında, kimi zaman melodram öğeleri taşıyan bir metin. Kitap yüz sayfalık. Öykünün tutarı yirmi sayfa. Geriye kalan seksen sayfaysa boş. Bu tercihi nasıl yaptınız?
Paul’la bir araya geldiğimizde kafamızda bu kitabın sağlı sollu kroşeler şeklinde olması gerektiğini düşünmüştük. Sayfaları on rauntluk bir boks maçı gibi tasarladık. İki sayfa bir raunda tekabül ediyordu. Fakat kitabın sonu hususunda fikirlerimiz çatıştı. Paul kitabın aniden kesilmesini istiyordu. Nakavt... Bense boksörün iç dünyasına kapıldığımdan sonun acı dolu bir boşluktan ibaret olması gerektiğine inanıyordum. Ayrıca yayınevinin ismiyle de örtüşecekti bu şekilde. Neticede uzlaşabildik.
Yayımladığınız ikinci kitapsa Y. Ozu’ya ait Origami Kentler. Ozu’nun bir şair olarak fazla tanındığını söyleyemeyiz sanırım?
Doğru bir noktaya değindiniz. Ozu bir şair olarak fazla tanınmıyor. Özellikle bizde. Belki dünyanın geri kalanında da öyle. Büyük şanssızlık elbet. Fakat en azından dünyanın geri kalanı Ozu’yu bir tel cambazı olarak, “O.Y.” olarak biliyor. Onunla Japonya seyahatim sırasında tanışmıştım. Bir uçurumun kenarındaydı. Atlamamaya güçlükle ikna ettim. Konu edebiyata geldi. Konuşurken Ozu’nun cambazlığı çok sevse de şiire taptığını anladım. Üç dört dosyası vardı hazırda. Bana yollamasını rica ettim. Hepsinden şiirler seçtim ve Origami Kentler ortaya çıktı.
Aklınızda birkaç Ozu dizesi var mı?
Hayır. Ozu’nun şiirleri uçucudur. Akılda kalmaz. Çabucak silinir. Bu yüzden onun yazdıklarının asla tükenmeyeceğini düşünüyorum. Sürekli okunmalı. Takdir edersin ki çok zor bir iş yaptığım. Bizde şiir algısı ve tüketimi malum. Artık sadece alıntılama sanatı haline gelen bir tür şiir. Kitaplığında şiir bölümü olan kaç kişi kaldı merak ediyorum. Yine de Ozu’yu basarak dünya şiirine güzel bir katkı sağladım. Tek korkum onun şiirdeki dengesini yitirmesi.
Bu ne demek?
Eğer şiir okursanız anlayabilirsiniz.
Gelecekteki projelerinizden bahsedebilir misiniz?
Her sene bir kitap yayımlamaya devam edeceğim. Şu an elimde Sıtkı Nadir’in Rüya Tabirleri külliyatının üç cildi mevcut. Dördüncü ve son cilde ulaşmaya çalışıyorum. Rüya bilimi üzerine harika bir eser. İlk olarak onu yayımlayacağım. Yayımlayacaklarım dışında ölü yazarlarla veya şairlerle söyleşiler düzenleme gibi bir niyetim de var.
Ölü yazarlar mı? Nasıl başaracaksınız?
O da sürpriz olsun.