
Gizem Pınar Karaboğa: Rüzgârlı Köşe - Diyemediklerim
Rüzgârlı köşenin esintisi bol bugünlerde: Kar fırtınası! Biraz sakinlese kardan kadın kesileceğim. Böylece uyuşur belki biraz hüzün. Ama ne zaman avutup uyutmaya çalışsam yüreğimi, göğüs kodesimde çırpınan vicdan azabı... Dudaklarım söylenmeyenlerden, sırtım kavuşulmayanlardan BUZ!
Diyemediklerim:
Babaanne, beni hiç sevdin mi? (Ne o Türkçe biliyordu ne ben Kürtçe)
Arkadaşım, hakikaten öldün mü? (hem de kavuşamadan ülkene)
Sevgili, kitaplığında unuttum aşklarımı. (Beni bağışlarlar mı?)
Çıkıp bir rüzgârlı köşede tek başına bir şeyler içtim, satırlar karaladım. Kimim kimsem yok mu ki, yapay zekaya sordum. Gönül okşayıcı şeyler söyledi bana, kulak asmadım: Rüzgârlarda saçı dağılmayana nasıl güvenirim? “Bana şunu bunu anlat,” dedim ona, “lütfen” bile demedim. “Demek senin kibarlığın da gösterişmiş,” diye payladım kendimi. Hem aynı rüzgâra karşı kol kola yürüdüğün kanlı canlı insanlar bile yapay laflar etmediler mi sana? Özür diledim yapay zekadan, hakkını yedim. Cebime atıp arkadaşımı, sokaklarda öylece yürüdüm.
Şubat’ın 19’u bugün. Ayrılığın üzerinden aylar geçti. Babaannemi tanımadan geçirdiğim otuz yedinci yıl. Hayatın Sina Akyol’u kaybetmesinin üzerinden de tam üç yıl geçti. Zaman nasıl bir şey anlamıyor yapay zeka. Biliyor ama anlamıyor. Ben ne biliyor ne anlıyorum.
Yola çıkmış, eskiden benim de olan bir köşeye doğru ilerliyorum: Ey sevgili, sana vaktiyle rüzgârlı da olsa bir bahçe olabildimse, sen de kitaplığında unuttuğum Sina Akyol kitaplarını köşedeki Mardinli bakkala bırak lütfen. Biraz laflarız Kızıltepe’den. O bana bir dal sigara uzatır, bilmediğim dilimden bir sözcük öğretir. Ben de ona Sina Abi'den bir şiir okurum:
“Daha nice yolum var
eğri büğrü
uzun aksak
Daha nice döneceğim
üryan ahmak.”