
Fuat Sevimay: Demokratik Hacı Dayı VII
Gece-Konamadı
Kaydırı Kuppak’ın işi artık Allah’a mı kaldı yoksa?
Homurtular bu kez yoğunlukla ilçenin güneyindeki gecekondu mahallesinin oradan geliyordu. Sayın Başkan cami çıkışı müftüyü, bakan yardımcısının değerli yardımcısını, ilahiyat fakültesi dekanının sekreterini ve valinin bacanağının komşusunu alelacele uğurluyor. Aslında caminin yerden ısıtmasının açılışı sonrası hep birlikte, ağız tadıyla, Kaydırı Kuppak’ın meşhur pidesinden yer, manda yoğurdu ayranından içerler, güzelce kaynaşırlar diye düşünmüştü ama misafirler şimdi böyle sağdan soldan gelen homurtuları daha fazla duymasınlar.
Pek kötü oldu, pek ayıp oldu ama yapacak bir şey yok.
Devlet erkanı ayrılır ayrılmaz Sayın Başkan, Müşavir’in koluna giriyor. Kolunu hafifçe sıkıp, sesini de kısarak, lan Müşavir, diyor, bir işi doğru dürüst beceremedin. Git halkı dinle, sorunu tespit et dedim, homurtular zerre azalmadığı gibi her geçen gün arttı. Adam gibi sorunun kaynağına git, gecekondu halkımıza bir sor bakalım, dertleri neymiş. Hem orada oy potansiyeli de çok, sorunlarını mutlaka çözmemiz gerek. Gerekirse üç beşini al getir, makamımızda konuşalım. Ama şu işi artık çözelim.
Emredersiniz Sayın Başkan’ım, diyor Müşavir. Karnı da çok acıktıydı, pideciye gidecekler diye sabah kahvaltıyı geçiştirdiydi, bir buçuk cıvıklı üstüne yarım tahinli yerim diye hesap ettiydi ama evdeki hesap çarşıya uymadı bak.
Gitsin anasını satayım, gecekonduya da Müşavir gitsin. Boyu posu devrilesice halkın derdini bir kez de orada dinlesin. Öylece Müşavir, bu kez topuk selamı falan da vermeye gerek duymadan, Sayın Başkan’ın yanından ayrılıyor.
Halkın derdini soracakmış. Soruyor işte kaç aydır. Hayır, halk da dönüp bir kez, senin derdin nedir Müşavir diye soruyor mu? Bu Başkan bozuntusu seni sağa sola koşturuyor, yorgun musun argın mısın, aç biilaç mısın diyor mu bu halk? Yok! Anca Müşavir koştursun. Hayır, aldığı maaş geçimine anca yetiyor. Zammı da seyyanen yapacaklarmış. Seyyanen ne koduğumun hırtları. Yani şöyle eline bir yerlerden dolgun bir para geçse, istifayı basar, geçip bağıyla bahçesiyle uğraşır ama nerede. Anca bu Başkan hıyarının azarını işitsin. Anca … derken.
Müşavir, Kaydırı Kuppak’ın homurtularına işte böyle kendi homurtusunu da katarak, dalgın dalgın güneye, gecekonduların oraya doğru yürürken, gelip koluna giren birisi var. Kim ki o?
Ne homurdanıyorsun len Dıbık Mıstağa’nın oğlu?
Aha. Bak güzel Dayı’m, Müşavir’in halini hatırını sordu. Yani tam hâl hatır dert sormak değilse de gene bir şeydir. Ah güzel Dayı’m ya. Ah tırtık desenli Dayı’m. Ne varsa sende var. Müşavir’in derdi çok, hangi birisini söylesin. Ama şöyle en acilini desin bakalım.
Karnım aç Dayı’m ya. Pideciye gidecektik, senin Başkan yan çizdi. Daha akşama da var, ben de ne yapayım, öyle aç açık dolanıyorum.
Vallahi ayıp ettin, diyor Dayı. İnsan çat kapı gelir, kapıyı tıklatır, Dayı’m yemekte ne var, bana da iki lokma bir şey çıkartın der. Yemek yoksa da yengen somunun arasına çökelek bastırır. Yürü, bize gidiyoruz.
Öylece Dayı, koluna girdiği Müşavir’le evin yolunu tuttu. Güneye, gecekondulara gidecekti Müşavir ama iki lokma midesini bastırsın da sonra bakar o işe.
Eve girer girmez Dayı, bizim hanım beri bak, Müşavir Bey oğlumuza yemek çıkar, diye seslendi.
Mutfaktan kafasını şöyle bir uzatan Dayın’ın Hanımı içinden, Dıbık Mıstağa’nın oğluymuş ya, bunun anasının bacısı yosmanın önde gidenidir, götü ayrı başı ayrı oynar ya bunun eski bacanağı güzel adamdı, taksitle sattığı tencereyi daha halen kullanıyorum, bunların evinin arkasında bir incir vardı ki tadından yenmez, bunun sesi de güzeldir, düğünde deride türkü yaktı mıydı diye türlü çeşit düşünceyi akıttı. Sonra, dünden kalan pazıyı dolaptan çıkarıp harlı ocağa sürdü.
O ara salonda oturan Dayı ile Müşavir’in yanından, gölge gibi biri geçip gitti. Halkla İlişki Kızı’mız değil mi bu ya? Hayırdır bu saatte? Kızım, diye seslendi Müşavir kızın girdiği odaya doğru, senin mesain yok mu?
Odanın kapısından bir baş, anca burnu görünecek kadar dışarı çıktı. Dedem, Hoca Efendi çarşambaları çalışmak caiz değil, oturup Kur’an okuyacaksınız dedi, deyip burnuyla birlikte geri çekildi.
Dayı Müşavir’e döndü. Hoca Efendi Kur’an okuyun demiş. Bizim torun da hafız olunca maşallah. Bu arada Hoca Efendi’mizin toplantılarına sen de gelsene, bütün mahalle orada vallahi. Pek faziletli lafları var. Büyük sevaptır.
İyi de torun bana niye söylemiyor, benim duyduğumu sen bana niye tekrar ediyorsun Dayı’m, dedi şaşkın bakışları halen odanın kapısında asılı kalmış Müşavir.
Şimdi sen, Dıbık Mıstağa’nın oğlu, bizim hısımımız olsan da namahremsin elbet. Ondan kelli.
Ondan kelliymiş. Din diye osuruk adetler çıkarır oldular, manyak mıdırlar nedir? Neyse. O sıra Dayının Hanımı Müşavirin yemeğini bir tepside getirip yeniden mutfağa döndü. Sanki hep orada yaşar, mağarasından nadiren çıkar gibi.
Sen, dedi, Dayı, gene nereye gidiyordun öyle dalgın dalgın?
Sorma Dayı’m, sorma, dedi Müşavir. Bu bizim Kaydırı Kuppak’ın homurtuları bu kez de güneyden, gecekondu mahallelerinin oradan duyulur oldu. Sayın Başkan da aç mısın, işin gücün var mı demeden tutturdu git bak diye. Malum mesele.
Abovvv, dedi Dayı. Zinhar. Dıbık Mıstağa’nın oğlu, gecekonduları sen bilmezsin, rakı, şarap, uyuşturucu, namussuzluk, fuhuş, hırsızlık, adam kesme, böbrek satma hepsi bunlarda. Canına mı susadın? Boş ver oraya gitmeyi.
Vallahi mi diyorsun? İyi de sen nereden biliyorsun Dayı’m?
Dayı tırtık desenli takkesini öne arkaya oynattı. Mutfaktan tarafı göz ucuyla kesti. Sonra Müşavire doğru az eğilip fısıldadı. Yeğenim, gençliğimizde bizim de gecekondu mahallesine üç beş girip çıkmışlığımız var. Sonra göz kırpıp, yüzünde efil efil bir gülümseme ile sırtını yeniden somyanın yastığına verdi. Ardından gülümsemesi usulca soldu, tövbe estağfurullah, tövbe estağfurullah deyip havaya doğru üf üf üfledi.
Aman, dedi gözü korkan Müşavir, iyi oldu bunu söylediğin Dayı’m. Ben de gitmeyeyim madem. Yemeğinden bir kaşık alıp ağzına götürmeden önce üfledi. İyi de benim Sayın Başkan’a bu homurtuların sebebi için bir şey demem gerek.
Dayı, duvarda asılı Hoca Efendi fotoğrafına bir bakıp sonra, bunlar, bu homurtular başımıza hep, dinden imandan uzaklaştık diye geliyor, dedi. Hocamız, beş farizayı yerine getirmeyen halkın duası kabul olmaz diyor. Dinimize daha sıkı sarılmamız lazım. Bize aş veren biri varsa, önce Rabbimize şükretmemiz, sonra o kişiye müteşekkir olmamız lazım. Çok şükür bin şükür.
Çok şükür, dedi Müşavir. Sonra üflediği kaşığı ağzına götürdü.
Nasıl güzel olmuş mu yengenin pazısı?
Çok şükür. Çok güzel.
Ne diyeceğim Dıbık Mıstağa’nın oğlu. Madem Sayın Başkan’ım halkın derdini tasasını sormuş. Sayın Başkan’a, Dayı’mın da çok selamı hürmetleri var desen de … Dayı az durakladı. Gözü odayı huşuyla tavaf edip döndü. Sayın Başkan yengenle bizi hacca göndersin. Sayın Başkan böyle bir sevap işlerse var ya, Hoca Efendi’miz de Sayın Başkan’a çok dua eder çok çok.
Müşavir’in gözü duvardaki Hoca Efendi fotoğrafına takıldı. Hocanın bakışında nurani mi şeytani mi nedir bilmem, ama öyle böyle insanı kavrayıp ele geçiren bir şey var. Hayırlara vesile olsun.
Hac mı?