Fuat Sevimay: Demokratik Hacı Dayı I

SAYIN BAŞKAN

Bundan bir ay öncesi, yerel seçimlerden başarıyla çıkan, ilçenin eski avukatı yeni belediye başkanı geçip makamına kurulmuş, o saatten sonra Anadolu’nun bağrındaki Kaydırı Kuppak’ı, bu şirin ilçeyi nasıl kalkındıracağının hesabını kitabını yapmaya başlamıştı.

Önce tabii halka kulak vermeli. Ama halk da kimin kulak verdiğini, kimin onların derdiyle dertlendiğini bilsin değil mi? Öylece ilk işi, şöyle sarı pirinçten bir masa isimliği ve bir de duvar isimliği yaptırtıp, birini makam odasının girişine astırıp, diğerini de masasına koydurtmak olmuştu.

Sayın Başkan!

Şık durdu yahu. Tabii, halk saygıda kusur etmesin.

Sonra şu siyasete atıldığı günden bu yana hep görüp bildiği, makam odasının kapısını söktürüp, bakın benim kapım size her türlü açık mesajını versem, bu mesajı verirken de ilçenin tek yerel gazetesine, ayrıca internette yazıp çizen o iki üç gencine afili pozlar mı versem diye aklından geçirmiş ama hemen vazgeçmişti. Bunlar iyi güzel de hafif demode işler, daha atılımcı katılımcı, halkı sarmalayan kucaklayan, kündeye getiren kucağa oturtan, halkla iç içe göz göze diz dize eylemler hedefliyordu.

Gel gelelim, mazbatayı al, devir teslim töreni yap, makamına yerleş faslının ardından belediyenin işlerine gömülmüş, ilk heyecanla aklından geçenleri bir kenara koymak zorunda kalmıştı. Tabii şimdi personelle tanışma, önceki dönem borçları, Ankara’dan gelen yazışmalar, kayınbiraderin arsa işini hallet, taşeron müteahhitlerle görüşmeler, Şükriye Teyze'nin kızını işe koy, kanalizasyonuydu elektriğiydi asfaltıydı derken, insan atılıma katılıma pek vakit bulamıyor canım. Belediyecilik zor zanaat. Halk ne bilsin?

İşte ilk bir ay böyle hayhuyla geçmişken ve Sayın Başkan makamında yine şirin ilçesinin derdiyle dertlenirken, kulağına tuhaf sesler çalındı. Böyle homur homur, uğultu gibi mi desem, gürültü mü desem bir acayip ses.

Sayın Başkan o an göz attığı ödeme tablosunu bırakıp masasından kalktı, odada şöyle bir dolandı. Kapıyı açıp kafasını, bedeninden bağımsız yuvarlak bir topmuş gibi dışarı, koridora doğru uzattı. Ama yok! Ses belediye binasından gelmiyor. Kafasını gerisin geri çekti, kapıyı kapattı. Ne bu homurtu yahu? Git gide de artıyor sanki meret.

Cama doğru yaklaştı. Bu kez aynı kafayı aynı şekil camdan dışarı uzattı. Evet, evet, homurtu dışarıdan, fabrikaların olduğu, ilçenin doğu tarafından geliyor. Allah Allah, dedi Sayın Başkan. Bir an nedense, bunu bir kere söyleyince, yani “Allah” deyince başka, yineleyince bambaşka bir şey oluyor diye geçirdi aklından. İnsanın aklı tuhaf şey tabii. İlginç zamanlarda, durduk yerde neler neler geçiyor şu akıl denen kavanoz dipli zımbırtıdan.

Camı kapattı, yeniden koridora gidip Müşavir'e seslendi.

Başkan'dan yedi sekiz yaş büyük Müşavir koşar adım gelip, buyurun Sayın Başkan'ım, beni emrettiniz, dedi.

Bu Müşavir, belediyenin kıdemlisiydi. O seçim bu seçim, şu parti bu parti, o başkan bu başkan gider gelirdi ama Müşavir hep görevinin başında kalırdı. Tabii, belediyenin girdisini çıktısını, işlerin usulünce nasıl yürüyeceğini bilen, yol yordam gösteren birini kim istemez ki. Hem saygıda da hiç kusur etmezdi, sağolsun.

Neyse işte bu Müşavir'in buyurun demesiyle Sayın Başkan, yahu sen de duyuyor musun dedi. Sonra Müşavir'in koluna girip camın yanına doğru gitti, gözüyle fabrikaların olduğu tarafı mimledi.

Müşavir önce bir süre gözüyle, sonra kulağıyla, bu tuhaf homurtuyu dinledi. Allah Allah, acayip bir ses Sayın Başkan'ım, sizce ne ola ki, diye sordu.

Bak gene, diye geçirdi içinden Sayın Başkan. Bir kere söylesen acayip olmaz ama iki kere yineleyince. Aman dur şimdi. Homurtuya gel, asıl mesele o! Yahu Müşavir bir gidip baksan mı nedir ne değildir, bir acayip durum, hem halka kulak vermeli, dedi.

Müşavir, bu da tuhaf çıktı diye geçirdi içinden ama düşüncesini kendine sakladı. Ama yani şimdi belediyecilik dediğin halktan ziyade, Ankara ile, müteahhit ile, personel ile, efendime söyleyeyim tapu kadastrodur cenaze işleridir şununla bununla ilgili bir iş, bu Sayın Başkan iyi hoş da seçildiği günden bu yana halka kulak verelim deyip durması boş. Halk kendi işine gücüne bakacak, başkan kendi işine gücüne, Müşavir de kendi işine gücüne, diye de geçti aklından şu kısacık anda ama bunları da dillendirmedi tabii.

Ben, emrederseniz gidip bir sorup soruşturayım, bir bakayım neymiş Sayın Başkan'ım, dedi.

Hah, dedi, Sayın Başkan, ben de onu diyecektim yahu, ağzına sağlık. Bir git bak bakalım, halkın bir derdi, şikâyeti mi var da böyle homurdanıyor. Dinleyelim, anlayalım da ona göre gerekirse bir tedbir, efendime söyleyeyim icraat ve sair.

Ham’fendi bildiği dertleri tek tek saydı. Tabii. Halkın fikir beyan etmesi gerek ama bu Müşavir neden öyle boş boş, hülyalı hülyalı bakıyor? Duydu mu ki dediklerini? Öylece Ham’fendi, siz bir de halka, fakülte tarafındaki öğrenci kardeşlere sorun isterseniz, onların da derdi çoktur elbette, diyor. Sonra da gülümseyip, o tatlı gülüşle izin ister gibi yüzüne güller takıp, Müşavir'in yanından geçerek, geçerken kolu koluna hafifçe sürtünerek yürüyüp gidiyor.

Esnaf işle güçle meşguldü, pek oralı olmadılar. Müşterilere kan sulandırıcı vermekle, taze domates satmakla, müşterinin favorisini düzeltmekle, para üstü vermekle meşgul esnaf, bilmiyoruz ki Müşavir, dediler. Sen git bir de halka sor istersen.

Lan, dedi, içinden Müşavir, siz halk değil misiniz teresler, beni bu sıcakta ta fabrikalara kadar yormasanız da belediye şunu yapsın bunu yapsın da homurtu kesilsin diye, yalandan da olsa üç beş bir şey söyleseniz, ben de gidip Sayın Başkan'a aktarsam isteklerinizi olmaz mı? Ama tabii aklından bunlar geçerken, yüzüne kondurduğu eğreti gülümseme başka şey söylüyordu.

Hadi, pazar ola, pazar ola diye esnafların olduğu caddeyi ufaktan geçti. Az ilerlemişken, hah dur, dedi kendi kendine. Şu gençlere sorayım, onlar iki çift söz eder, ben de fabrikalara kadar gitmekten kurtulurum.

Bir duvarın başına tünemiş üç gence yanaşıp, gençler bu homurtu nedir, bileniniz var mı? Bu homurtunun önüne nasıl geçsek, belediye ile halk el ele daha sessiz sakin bir ilçeyi nasıl oluştursak, ha, ne dersiniz, diye sordu.

Sordu sormasına da gençler boş boş bakmakta. Homurtuyu diyorum gençler, dedi, size göre sebebi ne? Yok, daha halen mal mal bakıyorlar. Ay dur, birisi biraz hareketlendi, bak elini kıpırdattı. Belki sonra ağzını da açıp iki çift laf ederse, Müşavir de belediyeye dönüp, Sayın Başkan, geleceğimizin teminatı olan değerli gençlerimizin talepleri şudur budur diye azıcık da süsleyerek anlatırsa …

Ama yok ya. Delikanlının eli kulaklığına gitmiş meğer. O ne? Hepsinin kulağında kulaklık. Bırak Müşavir'e bir şeyler söylemeyi, birbirlerini bile dinlemiyor dümbelekler. Duymamışlar bile Müşavir'in ne sorduğunu. Ateş var mı Müşavir Abi'm, dedi kulaklığı eline alan genç.

Müşavir, şöyle bir baktı. Az daha baktı. Sizi doğuran anaya yazık lan, deyip çekti gitti. Neye söylendi ki bu şimdi, ateş istedi alt tarafı. Te Allah’ım ya.

Sıcak da bastırdı. Homurtu da yaklaştıkça artıyor gibi. Lan nedir bu? Şu kadına mı sorsa Müşavir, şu teyzeye ya da, peki ya şu adamlara, şu taksiciye, şu liseliye, şu ya da şu? Belediye dese, siyaset dese, beklentiniz nedir dese, homurtuyu nasıl kessek dese? Ama yok. Hepsi dingil dingil işlerine koşturuyorlar. Bu nasıl halk arkadaş!

Hah dedi, Müşavir. Hah işte şu Dayı. Şu çınarın gölgesine, şu taşın başına tünemiş Dayıya gidip sorayım. Dayı'm diyeyim, böyleyken böyle. Homurtudur, belediyedir, beklentin nedir, ne yapmalı ne etmeli, bana iki çift bir şey söyle de ben de gidip Sayın Başkana ileteyim olmaz mı dese?

Olur, vallahi olur. Ne varsa bu yaşını başını almış, nur yüzlü dayılarda var. Hadi bakalım.

Müşavir yengeç adımlarla Dayı'nın yanına yanaştı. Kravatını az gevşetti. Selamın Aleyküm Dayı'm, dedi.

Yaz kış başından tırtık desenli yün takkesini eksik etmeyen Dayı, eliyle takkesini şöyle bir arkaya öne oynattı, geleni süzmek için başını az kaldırdı, bir süre boş boş baktı.

Sonra içinden, Dıbık Mıstağa’nın oğluymuş ya gelen, bunun anasının en küçük bacısı ne güzel avrattı, bıldır bıldır, bu evvelki sene boşandıydı he mi, bunun eski bacanağı da iflas edip ona buna borç taktıydı he mi, bunların evinin arkasında bir kiraz vardı ki tadından yenmez, bunun sesi de güzeldir, düğünde deride türkü yaktı mıydı diye türlü çeşit düşünceyi akıttı.
 

İşte bunların hepsini yarım dakikada oradan buradan akıtıp sonra, sen miydin Müşavir, aleyküm selam, geç otur hele, dedi.

Oh, çok şükür. Ne varsa Dayı'da var. Hadi be Day'ım. Halk ol, söz söyle de Müşavir gidip işine gücüne baksın. Öylece önden, tabii adet böyledir, uzun uzadıya hâl hatır sordu. Ardından, gözüyle fabrikaların o tarafı mimleyerek, yahu Dayı'm dedi, şu homurtuyu duyuyorsun ya, nedir ki? Halk rahatsız olsa gerek. Bana bir akıl ver, nasıl yapsak da çözsek? diye sordu.

Dayı takkesini sağa sola oynatıp, fabrikalara doğru kulağını kabarttı. Şu sesi diyon he mi dedi. Sonra bir daldı, düşündü. Ardından ağzı aralandı. Tamamdır, bir şey söyleyecek.

Bakalım ne diyecek?

 

DAYI

Belediyeden Sayın Başkan'ın talebiyle yollara dökülüp, ilçede günden güne kabaran homurtunun sebebini öğrenmek üzere halkın arasına karışan Müşavir, pürdikkat Dayı'nın ağzından döküleceklere odaklandı.

Yeğenim, dedi Dayı, bu homurtu fabrikanın işçilerinden geliyor. Bu şükürsüzler ben kendimi bildim bileli hep söylenir, kulak asmayın. Neymiş, çok çalışıyorlarmış da zam isterlermiş de bilmem ne. Ekmek kapısıdır, patronu hoş tutalım, iş bulmuşuz daha ne, efendi gibi işimize gücümüze bakalım demezler de anca böyle homur homur laf ederler. Boşver onları.

Müşavir bir fabrikalardan tarafa bir Dayı'dan tarafa baktı. Kafasını kaşıdı. Öyle mi diyorsun Dayı'm, dedi.

Öyle tabii. Öyle her önüne gelenin, her homurdananın lafına kulak assaydık, pe heyyy.

Dayı doğru diyor valla, Müşavir de yorgun zaten. Bana müsaade o zaman, dedi.

Dayı, Müşavir'in koluna asıldı. Hayırdır inşallah. Müşaviri, iliştiği taşın başına doğru çekti. Eliyle yer gösterdi ki o da o taşın bir köşesine ilişsin. Müşavir de ne etsin, ilişiverdi taşına başına. Hem zaten yorgun, iki dakika soluklanır.

Sen şimdi, dedi Dayı bastonuna yaslanıp. Kafasını Müşavire doğru bir karış daha yanaştırdı, sesinin ayarını kısığa çekti, bir sırrı paylaşır gibi ağzını araladı. Sen şimdi halkın derdini dinleyeyim, çözüm bulayım diye dolanıyorsun, he mi?

Müşavir başını salladı.

Beri bak madem öyle. Sayın Başkan'ıma da çok çok selam söyle, Dayı'mın selamı var, hürmetler ediyor de, madem halkın isteğine kulak asacak, buraya bir park yapıversin.

Park? Bu mudur halkın talebi?

He ya, park. Görmüyor musun, taşın kayanın başında kaldık. Şöyle üç beş bank koydursun, bir köşesine bir çeşme, sağına soluna üç beş ağaç diktirsin. Çınar olur, meşe olur. Yok, yok, söğüt diktirsin efil efil. Vallahi billahi çok hayır duası alır Başkan'ım. Ne den?

Neden bilmem, Müşavir'in dikkatini Dayı'nın istediği ağaç türü çekti. Söğüt mü seviyorsun sen Dayı'm?

Ben değil de yengen çok sever.

Müşavir bıyık altından gülümsedi. Yengemle mi oturacaksınız söğüdün altında, el ele göz göze ha Dayı'm? Eski günlerdeki gibi.

Yok len, karı kısmının sokakta ne işi var. Ben oturur, ona da anlatırım.

Allah Allah. Park dedi Dayı, söğüt dedi. Olur mu olur vallahi. Müşavir gitsin de Sayın Başkana, halkımız park istiyor desin. Yalan değil ya, işte Dayı'nın yüzü. O da halktan sayılır. İyi madem, bu iş de böyle hallolmuş oldu. Hadi bakalım.

Müşavir müsaade isteyip kalkarken, sağlıcakla Dayı'm, park işini oldu bil, dedi. Dayı'nın o an yüzüne, daha şimdiden söğüdün gölgesindeki banklardan birine oturmuş, tatlı bir uykuya dalmak üzere esnemeye başlamış gibi gevşek bir gülümseme yerleşti.

Dayı'yı ardında bırakan Müşavir geldiği yoldan sallana sallana dönüp belediye binasına vardı. Başkanlık makamının kapısını tık tık tıklattı, gel, dendiğini duyunca içeri girip kapıyı ardından kapattı.

Sesine ince bir ayar çekip, Sayın Başkan'ım, dedi, halkla görüştüm, nabız yokladım, aşağıdan yukarıdan sordum soruşturdum, yerinde incelemelerde bulundum, sevgili halkımız park istiyor, dedi.

Park? Halk? Park istiyor?

Akşamüzeri homurtular da azıcık kesilmiş gibiydi. Tam dinmiş denemez ama öğlenki kadar rahatsız edici değil. İyi bari, dedi Sayın Başkan, kolaymış yahu. Bak, halka kulak verince işler nasıl da yoluna giriyor. Park ve Bahçeler Müdürümüze söyle de sevgili halkımızın talebinin derhal yerine getirilmesi için çalışmalara ivedilikle başlasın. Yer tespiti, ödenek, proje, plan, tadilat ve sair.

Müşavir, ben yeri tespit ettim Sayın Başkan'ım, halk tam da oraya park istiyor, diyerek Dayıya denk geldiği arsayı tarif etti. Bir de söğüt, dedi. Söğüt konusu çok önemli. Halkın memnuniyeti için birkaç söğüt fidanının dikilmesi uygun olacaktır.

Velhasıl hemen hazırlıklara girişildi. İlgili birimler ölçtü biçti, kaç bank konacak, söğütler nereye ekilecek ve sair konunun fizibilitesi yapıldı. Elbette Sayın Başkan'ın buyurduğu şekilde üç pankart yaptırılıp, ikisi ilçenin meydanına, birisi de parkın yapılacağı yere asıldı ve işe girişildi. Park ve üç adet söğütle ilgili kararla birlikte, ilçenin korusunun yeşil alan statüsünden çıkartılıp arsaya dönüştürülmesi kararı da bir çırpıda genel kuruldan geçirilip imzalanıverdi.

Bir aya kalmadan pek ahım şahım olmasa da park hazır edilmişti. Açılış günü geldi çattı. İlçenin tek yerel gazetesine ve internette yazıp çizen o iki üç gence haber salındı ki gelip Sayın Başkan'ın halkla yan yana, kol kola, gönül gönüle afili pozlarını çeksinler.

Müşavir yirmi yıldır giydiği iki takım elbisesinden lacivert olanını giydi. Ceketin etekleri az yağ bağlamış ama olsun, arkaya geliyor, fotoğrafta belli olmaz. Dayıya da iki gün öncesinden haber etti ki güzelce giyinip gelsin açılışta bulunsun. Hem konu komşuyu da toplasın ki açılış şöyle şaşaalı bir şey olsun.

Parkın girişine belediyenin derme çatma kürsüsü kuruldu. Ses sistemi, ses bir iki bir ki denilerek test edildi ve Sayın Başkan kürsüye davet edildi.

Sayın Başkan elleriyle sağı solu selamlayıp gülümseyerek kürsüye geldi. Gerçi açılışta halktan en azından yüz iki yüz kişi olur diye bekliyordu ama olsun, yirmi otuz da fena değil. Yahut on beş, bilemedin on sekiz kişi. Olsun.

Canımdan çok sevdiğim Kaydırı Kuppaklılar, dedi. Mikrofon larrr arrr rr diye yankılandı. Siz istediniz, biz yaptık tıkkk tık, diye başladığı konuşmasını, söğüdün faziletleri, bankların malzemesi, halk belediye birlikteliği gibi konularla bağlayarak yirmi iki dakikada toparladı. En sonunda, halka her zaman kulak vermeyi, taleplerinizi yerine getirmeyi sürdüreceğiz, ceğiz ceğiz diyerek bitirecekken, bu kez Ziraat Fakültesinin olduğu taraftan yayılan bir homurtu kulağına çalındı.

Müşavir de homurtuyu duydu ama şimdi ağızlarının tadı kaçmasın, Sayın Başkan yeni icatlar çıkarmasın. Öylece, daha Sayın Başkan ağzını yeni kapatmışken hararetle alkışlamaya başladı. Dayıyı dürttü ki o da alkışlasın. Dayı da arkadaşlarını dürttü. Hepsi birden parkı alkış kıyamete boğdular. Sayın Başkan'ın gözleri yaşardı.  

Yahu insan daha ne ister, daha ne ister. Yeter ki şu güler yüzlü dayılar, şu güzel insanlar mutlu olsun, Sayın Başkanı takdir etsin, böyle alkışlarla sevgisini göstersin. Halk bir söğüt istesin, Sayın Başkan üç söğüt diktirsin. Elinin tersiyle sağ gözünden süzülen bir damla yaşı sildi.

Ama o ne? Yahu parkı güzel güzel açtılar işte. Yeniden bu homurtu da neyin nesi?

Park dediler yaptık. Söğüt dediler diktik. Bu halk daha ne ister ki?

 

 

 

11/02/2025
74