
Ayça Erdura: Arkası Şiir - Kuşlar Üstüne
Yaşar Kemal’in Karıncanın Su İçtiği adlı romanında savaşın ve mübadelenin yarattığı psikolojik travmanın üstesinden gelmeye çalışan insanın temel başvuru kaynağı, insan olmayan doğal varlıklardır. Doğanın sağaltıcı bir gücü olduğundan bahsedilir. Lakin, akılcı endüstri uygarlığının yerel kültürlere küçümseyici bakışını da göz ardı edemeyiz. Bu bakışı sorgulayan Dolores LaChapelle’e göre ritüeller bağ kurucu bir işlev taşır. İnsana mantıklı, analojik ve ekolojik düşünmeyi öğretir. “Belki de en önemlisi, ritüeller sırasında, doğayı karşımıza almak ya da doğayla birleşmeye çalışmak yerine doğanın içinde kendimizi bulmanın kendi kültürümüze özgü deneyimine sahip oluruz. Sürdürülebilir kültürün anahtarı da budur.”
İnsan, sonsuzluğu arayışında ve ölüme karşı verdiği mücadelede hem çeşitli stratejiler geliştirir hem de bir karınca kadar küçüklüğüne şaşar. Karıncanın Su İçtiği romanında insan, doğayı okşayan öznedir. Bu anlamda Yaşar Kemal insan-merkezci bir perspektif sunar. Ama insan, aynı zamanda doğadaki insan olmayan canlıların da birer özne olduğunun farkındadır. Bu da eko-merkezci bir perspektiftir.
Karıncanın Su İçtiği metninde, hikâye anlatımı önemli bir rol üstlenir. Tıpkı Dengbej Fakiyé Teyran’ın, söylediği destanın yarattığı sağaltıcı etki gibi, insanlar da birbirlerine hikâyelerini anlatarak rahatlayıp yenilenirler. Ocaklarla kurumsallaşan, usta-çırak ilişkisi modeliyle sürdürülen deneyim ve kuşaktan kuşağa aktarılan iş bilgisi; arıcılık, balıkçılık, dokumacılık, kökboyacılığı hatta dengbejlik gibi mesleki bilgiler okul bilgisinin üzerinde tutulur. Romandaki birçok sözle, okullarda öğretilmeyen yani bilimsel olmayan ama yaşamın özüyle ilgili olan farklı bir bilgi türü yüceltilmiş olur. Anlatıda, Dengbej Fakiyé Teyran, Hıristo, Nişancı Veli, “insan olmayan canlıların dilini konuşabildiği” için işini iyi yapan karakterler olarak, mitik hikâyelerle kahramanlaştırılır, kutsallaştırılır. Fakiyé Teyran, kuşların talebesi anlamına gelmektedir. Bu ismi bilerek seçtiği varsayılmaktadır. Şiirlerini sade ve yalın bir üslubla yazmıştır. Halkın gözünde o kuşların dilini bilen ermiş bir aydındır. Karıncanın Su İçtiği adlı romanda kuşların ermişi olarak karşımıza çıkar, kavalını çalar, destanlarını söyler.
*
Destan, insanlığın hikâyesidir. Destanların karşılaştırmalı bir tahlili yapılacak olursa onlarda birçok temanın yinelendiğini ve birinin ötekine geçmesi ihtimalinden uzak olan kavimler arasında bu macera benzeyişinin göze çarpacak kadar kuvvetli olduğunu fark edebiliriz. Destan yalnız bir hatıralar hazinesi değil; ileriye çevrilmiş nazar, insanlığın en geniş hülyası haline gelir. İnsanlık mazisini onda sakladığı gibi geleceğinin bütün ümitlerini de onda yetiştirir. Destanlar kendilerine eski masal ve hikayelerden, mythoslardan kökler bulmaya mecburdurlar. Destanlar nakaratlar leitmotiv etrafında dolaşan manzumelerden oluşur.
Her milletin kendine ait kulağı, “deyiş tarzı’’ dilinin “deruni bir ritmi’’ vardır. Bu incelikler onun folklor ananelerinde, atasözlerinde, tekerlemelerinde, deyişlerinde görülür. Yeni sanatçı, kendi dünya görüşünü ve gözleri geleceğe dönük olan amelini destan haline getirirken bu unsurlardan yararlanır. Onların yardımıyla halkın diline nüfuz eder; onların yardımıyla büyük kütlelerin ruhuna karışır ve insani olmak kıymetini kazanır. *
*
Okunmayan metinlerin öldüğüne inanılır. Lakin zaman içinde yeniden okunarak, yeniden dolaşıma sokularak dirileceği olasılığını da içinde saklı tutar. Bu topraklarda söylenen destanlarımız, türkülerimiz, ağıtlarımız, ninnilerimiz, söylencelerimiz yüreğimde her zaman özel bir yere sahiptir. Bize yaraları anlatır acıları fısıldarlar. bipedalizm şiirimde dediğim gibi,
gazlı bezler
yaraları özgür bırakın
*
Kuşlar Üstüne adlı şiirimi çocukları ölen tüm annelere adıyorum.
Kuşlar Üstüne
boş köy boş ova boşluk
kara karınca kara taşta salınırken
içine düşülen sabahsız toprak
o bir tek ağaç değil o bin ağaç
elle biçilen kaderlerde doğan
ey mavi yağmurcuk, onaltılılar adına
aldılar koynumdan belediler kızıla
öpmeye doyaman dönmedi
salep çiçeklerinin süslediği yamaçlar
ulu yıldız dağının kızıl kartalların
telli kavağın sesi düşünce yazıya yabana
bir ağıt yakıldı deniz çölüne
ölmüş şehrin bekçilerine
ey sarı asma, vay anam kurasına
künye geldi gitmem beklerim
umut kalır umut ölmedi
kıyım var kuşlar üstüne
turnalara takılan urganlar
kan içinde yapış yapış
lal olmuş balıklar derin uykuda
mengenede soluk gün atıncaya dek
ey allı turna, sarıkamış donuğu adına
hasret dili ölüm dili oldu oğul
sen diye diye sen diye geldim
yanık meşeli kül koyağında
çok öldürmüşler seni
çok yeşil çok çocuksu gözlerinden
çok öldürmüşler seni
kuş tutuştuğunda göğün mavisinde
ey ala hüdhüd, kayıp çocuklar adına
sonsuzluk gitti durmadan sızıladım
kordur yangınım oda kardeş
çukurlar taşmış çırılçıplak iskelet
çırılçıplak paçavra yığını
köy meydanında deriler küllenir
figanlar dolaşır kuytularda
hüznün heykeli çizilir bendimahi’ye
yalım saçan kanatlar uçuşur
ey boz ebabil, adsız ölüler adına
beliklerin çöz saçın yol konuş
kurşun tanımaz annen tanır seni
__________________________________________________________
*Destanlar, Hilmi Ziya Ülken